Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Müdahale..

Resim
Müdahale etmelisin hayatına.  Evet, bunu demek geçiyor içimden her an... Müdahale etmelisin hayatına... Yoksa bil ki birileri müdahale edecektir hayatına... Oynayacaktır utanmadan tüm gizli saklınla. Seni savunmasız bırakmak için ellerinden geleni yapacaktır.  Belki de o yüzden tamir etmelisin kendini. Acılarını onarmalı, hüzünlerini mutluluk hamuruyla yoğurmalı, kendine bakmalısın, kendine, toprağa... Toprağa dönmelisin, sadrında saklı hayatına. Kendinden bile sakladığın gerçeğine. Kendine. Yokluğuna...

sevgi...

Resim
Sevgi ve sevmek üzerine kurulan tüm cümleler zihnimin derinliklerinde acı bir iz bırakıyor.  Ben sevgiye şahit olmak için varım... Sevgilerin iniltisini dinlemek, acılara ortak olmak için... mutlulukları ise dualara saklamak için...

Bir Özür ve Yeni Yolculuk...

Resim
Biliyor musun sevgili "blog"um... Seni ne çok ihmal ediyorum, üzgünüm bu ihmalden, hatadan, kusurdan... İnsan her hatasından sonra üzgün olmaz, sanırım bizi üzecek hatalar işlememizin nedeni bu olsa gerek... Üzgün olmak... Bunu istiyoruz, belki de sırf bu yüzden nice ihmal edilmeyecekleri ihmal ediyoruz her daim. Üzülmek için, üzülmeyi öğrenmek için, kaybettiklerimizin, unuttuklarımızın bize neler kattığını tekrardan anlamak için... Şimdi zaman unutulanları yeniden hatırlama zamanı... Sevgili "blog"um var mısın uzun bir yolculuğa... Yeniden... Hüzne... Merhamete...

ismi "Deniz"di...

Resim
Kaybettik… Kaybetmenin ismini koyamadık. Sinirlerimiz gerildi, gözlerimiz yerinden fırlayacakmış gibi oldu, duygularımız sağa sola kaçıştı, zihnimizdeki sancılar bizi tüketti. Ardından savunulacak bir tarafı kalmayan hakikatin soğuk yüzüyle karşılaştık. Soğuk yine dondurdu narin bedenlerimizi. Narin vicdanlarımızı, narin merhametimizi… Kaybettik… İhanet ettik vicdanlarımıza. Kazanmanın eşiğinde geçirdiğimiz onca mutluluk dakikalarını, hüznün sevgi dolu kollarında yaşadığımızı bilemedik. Adalet arayışları içerisinde bir kurşunda biz sıktık var olmaya. Var olmak ölürken, biz var olma mücadelesine kaldığımız yerden devam ettik. Ölüm yeniden yağmaya başladı, yaşamın tam ortasında yapayalnız kaldık, metrelerce naylonda biriktirdik gözyaşlarımızı… Soğuğa sarılmadık hiç. Okşamadık saçlarından tane tane yağan karları… Öpemedik yanaklarından…  Naylondan bir hayattı bizimkisi. İçi hissiz, çaresiz, soğuk, yapay… Biz bir naylonun derin soğukluğunda ölmenin acı yanını hiç

Hatice Anne...

Resim
Anne olmak zordur, Hatice anne olmak çok çok zor...

Yeniden...

Resim
kovalanan bir zaman düştü hüsranlara, hızlı adımlar yazdı hüznü küf kokulu sokaklara ve dolu olup yağdı bulutlar düştü sevgiler uyandı şehvetperestler güneşini çaldılar baharların bugün doğudan düşmedi geceye nur kıyamet senaryoları türedi kirli satırlarda gözler gökyüzüne asıldı yıldız niyetine bu benim tanrım olamaz diye seslendi yüreklere İbrahim, kimsenin bilmediği vedahi hissetmediği dua ve merhamet tonunda aşk ve sevgi yolunda... hayır hayır taş değildi düşen yeryüzüne başlarımız mı kuvvetliydi yoksa şemsiyemiz mi sorularda kaybettik tek celselik ömürleri İsmail, bir daha fırlat şu taşı şeytansılara bilmiyordu kimse habersizdi kendisine kaybedilen ve kazanan belli değildi bu senaryoda Şimdi imanın tadını çıkarsın entel abilerimiz kavramlarımız düştüğü yerde kalakalsın dudaklara ince bir tebessüm konsun biz hayatı kendimize feda edelim sokakları köpeklere terk edelim. herkes gemiye binsin diye seslenirken Nuh, tut yüreklerimizden sar

Sen ile Ben...

Resim
sonsuza bakmak gibiydi sana bakmak yaşarken ne seni ne de sonsuzu görebilecektim... görmekle bakmanın derin çıkmazında kaybettiğim hayatımı toprağa bir senle gömecektim... sen ile beni kimse bilmeyecekti ilk defa sen ben, ben ise sen olacaktık tek ses, tek yürek, tek beden...

sonsuza susmak...

Resim
ses bir kez sussaydı dinleseydik birbirimizi inleseydik sabahlara kadar, konuşmasaydık gün ışığının tatlı buselerine göz kırpsaydık, birlikte eşsiz bir rüzgarın yanaklarımıza dokunuşuna tebessüm etseydik sonra soğuktan moraran parmaklarımızı,   komik bir şekilde terlemiş avuçlarımıza saklasaydık ayaklarımızı hissetmeseydik ama yine yürüseydik kalbimiz susana kadar... ses bir kez sussaydı birbirimizi susarak sevmeye de susadığımızı öğrenir, ve sonsuza kadar susmayı dilerdik Allah'tan.   bize susmayı öğretir misin Allah'ım...

Gök-yüzündeydi Senin Göremedin!

Resim
Gökyüzüne çevirseydin gözlerini… Gözlerinin bakmak değil görmek için sana verilmiş nimetler olduğunu bir fark etseydin… Karlı dağların, sarp yamaçların, volkanik patlamalardan yayılan ateşin ortasında bulsaydın kıyamet senaryolarını… Ara sıra dertleştiğin denizlerin bir gün fokur fokur kaynayabileceğini görebilseydin… Güneşin beyinleri kavuracak sıcaklığını bir düşünebilseydin, hissedebilseydin… Yıldızların, evet çok sevdiğin yıldızların bir gün tane tane döküleceğini tahayyül edebilseydin…   Ayın paramparça tozlarını omzundan silkebilseydin…    Evet, gözlerini gökyüzüne çevirseydin bir daha bir kez daha… Havada asılı duran o masmavi gökyüzünün üzerine düşeceğinden korkardın muhakkak… Emin olduğun nice şeyin hiç de emin olunacak şeyler olmadığını, her an kulaklarına bir geçicilik fısıltısı bıraktığını duyardın… Eğer bir kez gerçekten bakmayı deneseydin, muhakkak ölümü görürdün her yerde… Ölümün rengini kuşanmış nice dünya eğlencelerinin va

Ekim... Teşrinievvel...

Resim
Ekim... Sararan yaprakları şemsiyelerimize ekme zamanı...  Yağmurların sıcak iklimine buyur edilirken, ahdimizi yenileme zamanı... Sonlar yaşanırken tabiat âleminde, ilklerin meyvelerini tatma zamanı... Ekim... Ekme zamanı, ân'ı ânımıza dikme zamanı, sevgiyle dirilme zamanı...

Oh olsun mu gerçekten?

Resim
Ankara’da her gün yanından geçilen sokağın tam ortasında patlayan hayatlar… Duvarlara takılan mutluluk tebessümleri… Çivilerle bezenmiş bombanın yarım bıraktığı hikâyeler… Ve hayat devam ediyor… Siirt’te düğüne gittiğini sanan fakat karşılarında yeni bir düğün bulan dört hayat… Sivil masumiyetine sıkılan kurşunlar… Ve yarım kalan yaşam sevinçleri… Yarım kalan mutluluk hikâyeleri… Ve hayat devam ediyor… Çocuklar ağlarken… Bitlis’te her şeyden habersiz bir yaşam… Belki de tek şansı vardı para kazanmak için… O da akranları gibi üniversite kazanma hayalleri kurmuştu belki de… Fakat kendisini polislik yüksek okulunda bulmuştu. Vakit burada tamammış meğerse… Yarım kalan hayaller… Ve hayat devam ediyor…   Bir tarafın hikâyesi sonlanırken diğer tarafın da sonlanmıyor mu ki? Bu ateş nereye kadar yüreklerimizi yakmaya devam edecek… İnsanı insan olarak ne zaman görmek için adım atacağız. Dağda ölen de bizim evladımız, şehirde ölen de ne zaman diyebileceğiz… Yoksa kabaran mi

İkinci El, Temiz, Satılık Dert!

Resim
Dertlerimizi satılığa çıkarsak bir gün? Evet, bir gün gerçekten dertlerden kurtulmuş olsak... Her şey farklı bir güzelliğin merkezi olsa, hiçbir sızı yaşamasak... Evet dertlerimizi gerçekten satmış olsak... Ümmetin sızısını taşımasak yüreğimizde, kayıp kimlikler mezarlığına uğramasak, ikinci el bir hayatın son demlerinde oyalasak ömrümüzü... Kâinatın, sessizliğiyle kulaklara hoş bir sada bırakan sesinin hükmünü saklasak ses tellerimizde, yaşamın yaşanılmayan nesi varsa yaşasak doyasıya ve sabahları güneşin doğuşunu hiç hatırlamasak... Evet, bir gün gerçekten satsak dertlerimizi... Kaygısız bir sevgiye kucak açsak, hüzünsüz bir muhabbetin damarlarında dolaşsak ve gözyaşı değmeyen yastıklarımızın içine gömülsek.... Gecenin diriliğinde kaybolsak delice, ıssız sokaklarda yalnızlığı adımlasak, mezar taşlarında kendimizi arasak ve kıvrılsak soğuk bankların üzerine, buz tutmuş bir rüya görsek... Ya da gecenin karalığında boğazımıza düğümlenen bir içeceğin etkisiyle ka

Artık Ölmek Çok Kolay

Resim
Ölüm... Ne kolay kelime. Ne kadar acısız dilimize yapışır oldu son zamanlarda. Ne kadar eskidi... Evet, ölüm eskiyor artık. Medyanın ölümleri artık sıradan haberler olarak vermesi, sonra PKK-TSK/ polis ikilemiyle birlikte toprağa gömülen nice canlar, artık ölümün adını eskitmekle birlikte zihinlerden ölüm imgesinin o dehşet verici esrarlı perdesini de kaldırıyor. Bunlara öncesinde Irak ve Filistin, sonrasında Suriye, Libya ve birçok yerdeki ölümleri de ekleyebilirsiniz. Bayramdan dokuz-on gün önce... Bavullar hazırlanırken mutlu ve mesut aile tabloları evlerinde son hazırlıklarını yapıyor. Kimi giyeceklerini özenle kırışmasın diye yerleştirirken valizine, kimiyse çok özlediği topraklarına, arkadaşlarına kavuşmanın hayalleri içerisinde... Yola çıkana kadar, yol bitene kadar. Dokuz gün öncesiyle bayram bitimi arasında tam 162 hayat... Evet, dün nice hayallerle yola koyulan nice insan şimdi hakkın rahmetinde. Ölüm eskidikçe ölenler çoğalıyor günden güne. Hem öyle ba

Bayram Bittiginde…

Yine çocukça bir bayram yaşayamadım... Bir umutla geceden başlayamadım bayrama... Uykusuz bir gecenin sabaha vuran sessizliğine ses olup düşemedim yüzümdeki tebessümle... Korkunç rüyaların, bir fatihalık karabasanların hâkimiyetine bıraktım umutlarımı... Sevincimi kaybetmemin bahanesini farklı bahanelere yüklemenin sıkıntısını yaşadım bir gece boyu... Sabah namazını kılarken dilime dokunan dualarda kayboldum... Cami yoluna düşmüşken karanlığın aydınlığa bakan loşluğunda, kayıp bayramları adımlıyordu zihnim. Sonra cami içerisindeki vaaza bıraktım kendimi. Mü’minler kardeşti. Bugün küs ve dargınlıkları bitirme zamanıydı. Kendimi aradım hemen…  Kendimi bulamadım bayram namazında. Çocukken kendimle barışık bir hayatım vardı. Büyüdükçe neden farklılaşıyordu dünya… Ya da neden farklılaşmıştım ben… Soruları bir kenara kaldırdım, “Allahuekber…” Çocukken yapmış olduğum gibi, yanı başımdaki amcanın tekbirlerde şaşırmasına yine içimden gülümsedim... Ve öncesinde bayram namazı anlat

Bayramımız şükrümüz olsun inşallah...

Resim

Geç Kalmış Bir Ramazan, Erken Yazılmış Bir Bayram Yazısı

Resim
Rahmet, mağfiret ve cehennem ateşinden kurtuluş ayı Ramazan… Bu sıralama… Dikkat çekici değil mi? Başı rahmettir Ramazanın… Bunu iki türlü okuyabiliriz. İlki Ramazanın ilk on günü, ikincisi Recep ayı… Ramazan üç aylardan Recep ile başlar. O ki peygamberimizin ifadesiyle Allah’ın ayıdır. Bu sıralamada rahmetin ilk başa yerleşmesi O’nun kullarına sevgisinin, verdiği değerin en temel göstergesi değil mi? Hem O’nun rahmetinden emin olmayan kul nasıl mağfireti talep edebilir ki?  Ortası mağfirettir. Bunu da yine iki türlü okuyabiliriz. İlki ramazanın ikinci on günü, ikincisi Şaban ayı… Ramazanın ikinci ayıdır Şaban. O ki yine peygamberimizin ifadesiyle kendi ayıdır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen elçinin ayı... Mağfiretin ikinci sıraya yerleşmesi rahmetin duaya bürünmesi içindir. Rahmet olamazsa insan, rahmet üzerinde tecelli etmezse, rahmet kesilmezse, yolunu rahmet kılmazsa mağfirete ulaşması zor olacaktır.   Sonu cehennem ateşinden kurtuluştur. Bunu da yine iki türlü

Serdar Tuncer- Kurbanım...

Resim
Yar adıyla başlayayım sözüme Gülsüz bağda bülbül ötmez kurbanım Sözü önce söyleyeyim özüme Yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım Sen senin olmazsan tüm dertler biter Varını yokunu mürşidine ver Ustanın elinde kütük ol yeter Teslim olan zarar etmez kurbanım Güvenme kendine ben oldum diye Pişenler hamım der, bir düşün niye Tövbe lazım ettiğimiz tövbeye Bir tövbeyle bu iş bitmez kurbanım İltifat beklemek kırılmak nedir O kapıdan kovsa sen bacadan gir Ha sevmiş ha dövmüş ikisi de bir Sevmese kaşını çatmaz kurbanım Çalış nasibini al dünyadan yana Ama sanma dünya yar olur sana Ahiret parası lazım insana Güneş hep batıdan batmaz kurbanım Hizmet yoksa himmet olmaz bu kesin Hem hizmet nimettir böyle bilesin Gayret et gönle gir “benimdir” desin Sultan kölesini atmaz kurbanım

Anlamın neresinde kaybolduk?

Resim
Bugün birbirimizi anlamak için ne yapıyoruz? Gerçekten anlamak kelimesine neler yüklüyoruz bunu merak ediyorum…  Anlam bir isimdir malumunuz. İsim haliyle belirsiz bir ifade tarzıdır. İçi boş ve koftur. Oysa anlamı bir anlama kavuşturmak için anlamak şarttır. İşte anlamı zihinsel bir öğütme işleminden geçirip, bir şeylere ulaşma ameliyesi anlamak denilen fiili bir sonucu doğurur. Fakat tüm bu sürecin başlangıcında ise “an”mak var ki, asıl görmezden geldiğimiz nokta burası sanırım. “An”mak, anılan şeyle birebir bağlantılıdır, onunla değer kazanır. Kendi başına “an”mak bir şey ifade etmeyeceği gibi bunu anlamak da mümkün olamaz. Anlamanın burasında, anmanın derin acısında kıvranan hocaefendinin diline tutunan şu mısraya kulak verelim; “Andım yine Sen’i her şey yâdımdan silindi” Heyhat! Her şey yâdınızdan silinecek kadar büyük birini hiç andınız mı? “An”ılan öyle büyüktür ki akıldan her şey silinebiliyor…  Akla gelmiyor değil, anmak için ben demek gerekiyorsa, n

Tadı yok hayatın...

Resim
soğuk bir hava saklı ciğerlerimde kaybetmenin derin boşluğunda ağzımdan uzaklaşan bir buhar şimdi varlığım ellerime doluşan umutları harcadım biteviye mutlulukla bırak hüznün dağılsın vücuduma kayıpları kilitledim hücrelerime varlığımın sancısını yükledim sırtıma sevgiye çekildim, tadı kaybolmayan hayata ben fırtınanın küçük kardeşi dağıttığım saçlarında kalan kokunda saklı hakikatim şimdi...

Toprak iman etmiyor mu?

Resim
Ölüm kokuyor bugün ümmetin yüreği Saklı bahçelere açılıyor kabirler Kazanan ve kaybeden aynı cenderede Sessizlik kulakları sağır ediyor Ateşte ibrahim yanıyor bu sefer ateşle birlikte Cennet herkesin heybesinde Cehennem kıtlığı yaşanıyor gönüllerde Bir fitne rüzgarı eserken  Şehitler ölüyor dostum  Ümmete emanet dünyada Güya Hakkın hatırına ne bedenler hatıralardan siliniyor Sonra timsah gözyaşları dökülüyor gökyüzünden Anlayacağın inmiyor beklenen rahmet Bela da bile rahmet vardı hani dostum Bela bile inmiyor gökten, artık Bela olup yağarken mermiler Kaybetmenin derin pençesinde kıvranıyor nefesler Bin ahh ediyor gökyüzü Bir su istiyor toprak Sahi toprak niçin oruç tutmuyor bugün Bu kaçıncı sudur toprağa düşen Toprak iman etmiyor mu, yoksa bugün toprak öldü mü?

Unutma, "an" ki unutulmayasın...

Resim
Hızına yetişilmiyor zamanın. Parça parça unutuluş tohumları dökülüyor eteklerinden. Sadece yer ve gök topluyor bu tohumları.Tohumları büyütüyorlar sessizce. Yerdeki filizlere insanlar hayretle bakmıyor. İnsanların gözlerini cezbeden gökyüzü... Bir de o deniyor olanca heyecanla. Derin karanlığında besliyor unutuluş tohumunu  ve "an" geliyor, tohum filizleniyor. Yıldızlar ona güzel bir karşılama sunuyorlar. "Unutulmak" yazılıyorlar karanlığa düşen parıltılarıyla... Gök gazetesinin tek sayfasına manşet olarak giriyorlar bu son dakika haberini... Unutulmak tohumu ağaç oluyor, dallanıyor gökyüzünde. Sahte umutlar ise dalları oluyor. Çaresizlikse meyvesi. Bu öyle bir meyve ki, kokusu kainata yayılıyor, kainatı yerinden oynatıyor.  Hayat denilen, muamma bir yaşamın kollarında birikiyor kelimeler.  Unutulmak yazılan gökyüzünde "unutma" ya ne yazık ki yer yok... Unutmanın olmadığı yerde unutulmak... Ne acı geliyor... Yüreğiniz kıvrım kıvrım oluyor acının zehrin

istanbul bir muamma...

Resim
İstanbul bir muamma.  İstanbul başlı başına bir bilmece gibi duruyor hayatınızın ortasında.  İç çekerek bakıyoruz bu bilmeceye. Derinden hissediyoruz enerji dolu gizemini.  Ama sonra soluklandığımız parantez kapanıveriyor, yapacak işler çekiştiriyor kolumuzdan.  Bir yerlere geç kaldığımız endişesiyle ayaklanıyoruz.  Ve gene başlıyor bitimsiz, kör bir koşuşturma...  [Elif Şafak- firarperest]

Huşu...

Resim
Huşu İslam için önce yüreğini ortaya koyabilmektir... Yüreğini hazır hale getirmektir... Yüreği ile sorunlu olana söyleyecek fazla bir şey kalmamıştır... Yürümemizi engelleyen yüreksizliğimiz yani huşusuzluğumuz... Yüreklerimizi avuçlarımıza taşıyıp Rabbimize sunma saati gelmedi mi?.. Ramazan Kayan- Vahiyle Doğrulmak

Hayırlı Ramazanlar...

Resim
Yine yeni bir ramazanın kollarına bırakıyoruz kendimizi... Belkide yeni biri olmak adına. Yeni bir anlama kavuşmak, yeniden yeni bir değer kazanmak, yeniden yeni olan kendimizi tanımak ve kendimizle kucaklaşmak için... Unuttuklarımızı hatırlamak, yabancılaştıklarımızla tekrardan bir araya gelmek ve hayatın ramazan olduğunu hatırlayarak ömrümüze bereket katmak için usulca sığınıyoruz Ramazan rahmetinin altına... Ahdi yeni olandan güç kazanıyoruz, ahdimizi yeniliyoruz... Ve takvaya ermek, hayatımızı bu takva üzerinde sürdürmek için tüm nefsi isteklerimizi bir kenara koyuyoruz... Tüm rahmani isteklerimizi ise istekli bir Yaratıcımız olan Rabbimize sunuyoruz... Sonra muhabbetlerimize ailece muhabbet katıyoruz iftar ve sahurlarımızın heyecanında... Kaybolan sevgi bağlarını birbirine tutuşturuyoruz dakikaların/saniyelerin ötesinde... Yüreklerimizin aç kısmını doyuruyoruz, aç geçen her anımızda... Sabrımızı sınıyoruz sabırsızlığın gölgesinde, açlığımızı sınıyoruz, açsızlığımızın gölgesin

Hayata (kısa/uzun bir) Mola...

Resim
güneşin doğuşunu izlemek, ya da güneşin doğuşunda izlenmek, bahaneler zayıf da olsa, umut kaybedilmişse, artık kelimelere hükmetmek zorlaşır...

Bir Musibettir, Yaşamak, Bin nasihat

Resim
Kaygılanma küçüğüm… Yalnızlığa bürünelim bu gece. Sabahın kıyısına ulaşıncaya dek, dolaşalım delice şerrin damarlarında. Özgürlüğüne kavuşturalım umutsuzluk zehrini yorgun sokaklarda. Ellerini umuda açan bir dilencinin, sigara kokan nefesinde bulalım ölümü. Ölüm alalım narin bedenlerimize. Ölüm olalım. Düştüğün yerden kalk artık küçüğüm… Gözlerinde tükenen dünya coğrafyasının dört bir tarafına uçurtma yollayalım. Çılgınca sabaha kadar dualar edelim seninle. Başımızı utancımızdan kaldırmayalım secdeden. Unutalım gitsin hayatı. Rüyalarımızda gezelim tüm kâinatı. Sevinçlerine ortak olalım uçurtmalarımızın. Sonuçlara ne de çok sevinelim, bu sevinçle uykudan uyanalım, bu ateşle… Hayalin yamacında tutunalım gerçekliğe. Hayy olandan alalım yüreğimizdeki güç ve enerjiyi. Kavrulan benliklerin acı yüklü yaralarını kapatalım seher vaktinde. Tespih taneleri gibi dağılalım kan kokulu kabuklara ilişmeden. Sonra tırnaklarımızla kazıyalım yaptıklarımıza aldanarak. Neye aldandığım