Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hiç bakmıyorsun etrafına!

Resim
Karanlık odalarda ağlıyorsun sürekli. Bir zamanların ağıtını yazıyorsun duvarlara. Bir devrin sonlanışını… Bir kıssanın bitişini… Bakışların ummanlara düşmüşken, bedenen var olmanın sancısını yaşıyorsun. Korkuyorsun… Kokutuyorsun dağları… Yüreğindeki sarsıntı yıkıyor umutları… Hüznün içinde bir hüzün daha yaşıyorsun… Yaşamın içinde yaşam… Oysa bir defacık çıkabilsen odandan… Kaybolan değerleri bir görebilsen… Umutları… Yıkılan, enkaz umutları… Sesini duyursan kalbine… Son defa haykırsan gökyüzüne. Sessizliğini bozup parçalasan kalbini. Yırtsan… Dağılsan… Son defa… Sonlar acıdır ya hani. Tüm acıyı toplasan bünyende. Bir kereliğine ama… Son defa… Tüm cesaretinle… İçine sinmiş tüm sancılarla… Ağzından öfke kusan biçarelere aldırmadan. Yüreğinde merhamet taşımayanlar için… Merhametle… Ne kadar da korkuyorsun. Biraz da hayatın nefes almasına izin ver... Sıktığın yerlerde oluşan kangrenlerin hesabını nasıl vereceksin? Çaresizliği saçlarından tutup savur ahirete… Sürük

İstanbul'dan yine İstanbul'u...

Resim
Güneş yalarken sırtını, ben sadece resmine bakarım uzaktan… Dinlerim sesini, sessizliğime katarım… İçimdeki çığlığın yansımalarını paylaşırım soğuk şehirde… Adımlarımda söndürdüğüm öfkelerim gelir aklıma, sonra kulağımda aynı müziğin bir başka tonu…  *** Bulutlar kuşatırken gök-yüzünü, yağmura hasret okutan kalb-i yağmurların düşer yüreğime... Usulca, incitmeden varlığımın bamteline dokunur adımların... Sarp dağlarda olmasa da esen rüzgarda yitiririm tüm dengemi... Nefes nefese... Hû... *** Tam ortasından yürürken hayatın... İlk kar tanesinin efsunlu büyüsünde öğrenirim sevmeyi... Sevmeyi, kendini bulmayı, başkalarınca yok olmayı... Tüm cesaretimi korkaklığıma yatırır da kaçarım... İzlerim uzaktan... *** İzlemek... Bir eşsiz müziğin arkasına saklanarak, sinsice... Ve dahi ürkekçe... Muhteşem bir manzaranın kıyısından... Denizden... Senden... Yine seni...

"Vur Kadehi Ustam"a dair...

Resim
Bazen bir şarkıda kaybedersiniz kendinizi, bazen bir şarkının tam ortasında bulursunuz tüm kaybettiklerinizi... İnsan duygularının yükü altında ezilen bir varlıktır, ezildikçe kendine gelen, kendi kapısını çalan... Buna rağmen dünya yükünü taşırken cesur olması ilginçtir. Dağların parçalandığı, kimsenin yüklenmediği yükü istemesi ve taşıyacağını düşünmesi... Belki de bu yüzden, insan daha dünyaya gelirken kaybeden bir varlıktı, kazanmaya oynaması da bundandı... Kim bilir... İnsan kendinde kendini geçen tek varlıktır. Kendinde kendisini alt eden, yendikçe yenilen... Bir kadeh vurulması gerekmeden sarhoşçasına davranan... İki satırlık adamları musallat ederken ömrüne, iki satır olmayan kendisini musallat etmesi, tüm adamlıklara... Dostoyevski'nin dediği yerde durması; her zaman başrole kendini layık görmesi... Çamurda bile kahramanlık taslaması... Çamurken özü... "Bundandır böyle dibe vuruşumuz..." Dipte olduğumuzu fark etmekle dibe vurmuş mu oluyoruz? Söndürdüğüm

Sevgili-3

Resim
Sevgili… Bir sabah namazı ferahlığında nefes almak isterdim, sonsuz bir nefes… Bir dünya kadar hüznü solumak ve dünyaca sonlanmak… Sonra tekrar dirilişin o enfes sesini duymak… Uykularda… Ölümdür uykular… Uyudukça kaybettim ben seni. Kazanmak için gözlerimi yeniden varlığa açmam gerekiyordu. Körleşen damarlarıma sıcacık bir göz yaşı kıvamında yeni bir heyecan… Ben tüm heyecanımı bir sabah vaktinde öten kuşa ödünç verdim. Mutmain olsun diye kalbim. Parça parça dirilsin mevcudat, parça parça hakikate bulansın cansız bedenim diye… Sevgili… Yaz ortasında soğuktan üşüyen parmaklarıma dokunduğunda rahmet, senin cübbene sığınıp kokunda kaybolmak isterdim. Ahdimizi yenileyip tebessümle saçlarımızdan akan damlalara ellerimizi açmak ve bu kadar kolay sonsuzluğun cezbesine kapılmak… Tüm bildiklerimi unutmak, tüm varlığımı senin dualarında kaybetmek, tüm dirilişimi asr’ın hüsranında saadete kavuşturmak… Hakkı ve sabrı tavsiye ederek değil, iman ederek… Ben daha imandayım

Düştüm mü gerçekten?

Resim
Kaybedilen günlerin hesabından çok, kazanılan zamanları konuşmak isterim... Ve donuk hayallerin, olmadı ipe sapa gelmez mutlulukların peşinde öldürülen zamanların tam üstünde kurduğum hakimiyetin yansımalarında boğulmak... Kimi zaman bulutlar arasında yok olmaya oynamak, kimi zaman güneşe kafa tutmak... Serkeşçe... Zamana ayak uydurmaktan çok zamana çelme takmak... Düşmek... Kırılmak... Kırmak belki de... Kendimi. Hayatımı. Kurallarımı... Bir sonda bitecek güzellikleri bir sonsuzlukta diriltmek uğruna... Silinmek ve kaybolmak uğruna. Sinmeden, sinirlenmeden, kaybolarak... Bir başıma. Bir'e... Bir'le... Korkarak. Ya da korkusuzca. Güvenle... Evime... Evime, sılama, toprağa... Toprağa, bastığım ve çiğnediğim toprağa. Ya da aczime işte... Acizliğimin yansımalarına. Acizliğimi Yansıtan'a... Kederime, hüznüme... Bu yazının bir amacı yok... Benim gibi... Yazıların hep bir amacı vardır oysa... Benim gibi... Ben dünyaydım...

Sevgili-2

Resim
Sevgili... Kayalıklardan düşerek parçalanan bir kalbin sesini hiç duymasın isterdim gökyüzü. Pırlantalarla, elmaslarla bezeli kalplere ağlayan gökyüzünün, siyahlara bürünmüş ve kir dolu bir kalpten sızan kötü kokulara maruz kalması üzerdi beni. Gökyüzü hep saklım olarak kalmalıydı, temiz ve pak… Hep güneşe yer vermeliydi. Bulutlar benim üzerime eğilmeli, şimşekler yüreğimde çakmalıydı. Ama gökyüzü… Evet, gökyüzü hep temiz kalmalıydı. Sevgili… Ben kendini perdeleyen, saklayan, bürüyen oldum hep. Gizlendim kendi dünyamdaki gerçekliklerden. Her dokunuşumda parçalanmaktan korkarak sakındım nice güzelliklerden. Bir kum saati misali tükendikçe çoğaldım, çoğaldıkça tükendim. Bir şehre girdim koşarak… Ulaştım kan ter içinde, yüzlerde merak gördüm. Ne konuşacağımı bilemedim. Ben kelimelerini unutarak yola çıktığımı ancak o zaman anladım. Bir şehre girdim koşarak. Koştum, koştum, koştum… Oysa girdiğim ne şehirmiş, ne de meraklı yüzler varmış. Ben daha kendi şehri