Kayıtlar

Vicdansız İnsanlığımız

Resim
Kimsenin kimseye üstünlüğünün olmadığı dünyada, hükümsüz üstünlükler fısıldıyor insan etrafına. Kaygıdan azade cümleler kuruyor devamlı. Bir şeyler kanıtlamaktan ziyade bir şeylerden sıkıldığını ifade ediyor. Kendisinden… Varlık üzerinden kavgaya tutuşanların hükümsüz prensiplerini toprak bile kabul etmiyor artık. Bir şey söylemek için sözü kirletenlerin harcı değil vicdandan bahsetmek. İnsanlığından utanmayanların egolarını patlatırcasına ölüme meydan okuyuşları, her seferinde acı bir kayıp olarak insanlık tarihimize ekleniyor. Bir şeylerin acısını hissetmek için nedense artık yorulmuyoruz. Acının böylesine çok olduğu dünyada, yorulmaya değer bulmadan yeni bir acıyla karşılaşıyoruz. İnsanlığımız vicdan eleğinde günbegün biraz daha boğuluyor… Vicdanlarına katran dökmüşlerin hunharca katliamlarından ziyade, vicdanımızın iyi-kötü dengesini bir ayarsızlıkla kaybetmesi daha da ürkütücü görünüyor. Namus ve iffet kaygısıyla bağrımıza ve insanlığımıza sığınan muhacirleri korumak

Soru mu, Yoksa Sorun mu?

Resim
Bir Sarmalın Tam Ortasında... Belki de gün gelir… Kapını çalar tüm siyaha çalan duygular... Karanlık bir dehlizde nefes vermekte olan siyah bir karıncanın adımlarında… Evet, o küçücük adımlarda... Kayboluşunu dile getirir satırlar. İstersin ki olsun… Olmasını istediklerince yüzüne inen tokatların sersemliğinde bırakırsın sokaklara ruhunu… Serseri bir mayın gibi patlamaya hazır bir şekilde gizlice kaldırımlara sığınırsın. Hasretine yazılan şarkının nakaratında... Bir türlü bulamazsın kendini. Sanki emanet bir yaşamda saklı emanet bir nefesi çekersin ciğerlerine. Hiçbir şeyi benimseyemezsin. Kaçmak istersin, nafile… Sabitlenirsin durdukça… Dünya daha da döner... Dünyan sonlanırken... Bir parçacık sevgi bulutunda, rahmet beklersin gözlerden düşen yaşlara… Belki de zahmet olursun yüreğine. Her şey bitmişçesine… Yük olursun her yere… Küçücük bedenini sığdıramazsın hayallerine. Gerçeklerinde yer bulamazsın kendine. Bir gün biter sahtelikler. Hayal kırıklıklarıy

Hiç bakmıyorsun etrafına!

Resim
Karanlık odalarda ağlıyorsun sürekli. Bir zamanların ağıtını yazıyorsun duvarlara. Bir devrin sonlanışını… Bir kıssanın bitişini… Bakışların ummanlara düşmüşken, bedenen var olmanın sancısını yaşıyorsun. Korkuyorsun… Kokutuyorsun dağları… Yüreğindeki sarsıntı yıkıyor umutları… Hüznün içinde bir hüzün daha yaşıyorsun… Yaşamın içinde yaşam… Oysa bir defacık çıkabilsen odandan… Kaybolan değerleri bir görebilsen… Umutları… Yıkılan, enkaz umutları… Sesini duyursan kalbine… Son defa haykırsan gökyüzüne. Sessizliğini bozup parçalasan kalbini. Yırtsan… Dağılsan… Son defa… Sonlar acıdır ya hani. Tüm acıyı toplasan bünyende. Bir kereliğine ama… Son defa… Tüm cesaretinle… İçine sinmiş tüm sancılarla… Ağzından öfke kusan biçarelere aldırmadan. Yüreğinde merhamet taşımayanlar için… Merhametle… Ne kadar da korkuyorsun. Biraz da hayatın nefes almasına izin ver... Sıktığın yerlerde oluşan kangrenlerin hesabını nasıl vereceksin? Çaresizliği saçlarından tutup savur ahirete… Sürük

İstanbul'dan yine İstanbul'u...

Resim
Güneş yalarken sırtını, ben sadece resmine bakarım uzaktan… Dinlerim sesini, sessizliğime katarım… İçimdeki çığlığın yansımalarını paylaşırım soğuk şehirde… Adımlarımda söndürdüğüm öfkelerim gelir aklıma, sonra kulağımda aynı müziğin bir başka tonu…  *** Bulutlar kuşatırken gök-yüzünü, yağmura hasret okutan kalb-i yağmurların düşer yüreğime... Usulca, incitmeden varlığımın bamteline dokunur adımların... Sarp dağlarda olmasa da esen rüzgarda yitiririm tüm dengemi... Nefes nefese... Hû... *** Tam ortasından yürürken hayatın... İlk kar tanesinin efsunlu büyüsünde öğrenirim sevmeyi... Sevmeyi, kendini bulmayı, başkalarınca yok olmayı... Tüm cesaretimi korkaklığıma yatırır da kaçarım... İzlerim uzaktan... *** İzlemek... Bir eşsiz müziğin arkasına saklanarak, sinsice... Ve dahi ürkekçe... Muhteşem bir manzaranın kıyısından... Denizden... Senden... Yine seni...

"Vur Kadehi Ustam"a dair...

Resim
Bazen bir şarkıda kaybedersiniz kendinizi, bazen bir şarkının tam ortasında bulursunuz tüm kaybettiklerinizi... İnsan duygularının yükü altında ezilen bir varlıktır, ezildikçe kendine gelen, kendi kapısını çalan... Buna rağmen dünya yükünü taşırken cesur olması ilginçtir. Dağların parçalandığı, kimsenin yüklenmediği yükü istemesi ve taşıyacağını düşünmesi... Belki de bu yüzden, insan daha dünyaya gelirken kaybeden bir varlıktı, kazanmaya oynaması da bundandı... Kim bilir... İnsan kendinde kendini geçen tek varlıktır. Kendinde kendisini alt eden, yendikçe yenilen... Bir kadeh vurulması gerekmeden sarhoşçasına davranan... İki satırlık adamları musallat ederken ömrüne, iki satır olmayan kendisini musallat etmesi, tüm adamlıklara... Dostoyevski'nin dediği yerde durması; her zaman başrole kendini layık görmesi... Çamurda bile kahramanlık taslaması... Çamurken özü... "Bundandır böyle dibe vuruşumuz..." Dipte olduğumuzu fark etmekle dibe vurmuş mu oluyoruz? Söndürdüğüm

Sevgili-3

Resim
Sevgili… Bir sabah namazı ferahlığında nefes almak isterdim, sonsuz bir nefes… Bir dünya kadar hüznü solumak ve dünyaca sonlanmak… Sonra tekrar dirilişin o enfes sesini duymak… Uykularda… Ölümdür uykular… Uyudukça kaybettim ben seni. Kazanmak için gözlerimi yeniden varlığa açmam gerekiyordu. Körleşen damarlarıma sıcacık bir göz yaşı kıvamında yeni bir heyecan… Ben tüm heyecanımı bir sabah vaktinde öten kuşa ödünç verdim. Mutmain olsun diye kalbim. Parça parça dirilsin mevcudat, parça parça hakikate bulansın cansız bedenim diye… Sevgili… Yaz ortasında soğuktan üşüyen parmaklarıma dokunduğunda rahmet, senin cübbene sığınıp kokunda kaybolmak isterdim. Ahdimizi yenileyip tebessümle saçlarımızdan akan damlalara ellerimizi açmak ve bu kadar kolay sonsuzluğun cezbesine kapılmak… Tüm bildiklerimi unutmak, tüm varlığımı senin dualarında kaybetmek, tüm dirilişimi asr’ın hüsranında saadete kavuşturmak… Hakkı ve sabrı tavsiye ederek değil, iman ederek… Ben daha imandayım