mecalim kalmadı, yeniden eldivenlerime sığmak istiyorum Allah'ım, rugan ayakkabılarımı yeniden istiyorum, bayramlıklarımı, sarılıp uyuyacağım.. perşembe günlerini yeniden ver bana Allah'ım.. gece lambamı, caminin yansıyan sarı ışığını.. günlüklerimi, hatıra defterlerimi, simli kalemlerimi, monAmi yapıştırmalarımı, resim çantamı, defterimi.. yürüt beni Allah'ım.. çocukluğumla el ele. Allah'ım.. âh'ım!
Pencerenin önünde şiir yazan gözler… Hayatlarını gönülleriyle anlatan umut işçileri… Nice açık, puslu ve kapalı duyguyu kirpiklerine korkuluk niyetine asan bir çift göz… Onlar pencerelerine yansıyan hayat filminin yönetmenleri. Senaryosunu kendi elleriyle yazdıkları kalın kitabın, tek kişilik, uzun cümleleri. Bilinmedik bir hayatın öznesi onlar. Tükenmiş hayallerini hatırlayan anı defterleri... Ölümün ardı sıra koşturan hayat çobanları… Pencere, dünyayla kurdukları irtibatın tek kaynağıydı. Seslerini, gözleriyle duyuran suskun direnişçi gibilerdi. Cümleleri slogan niyetine pencere korkuluklarına, kanatlarına tuttururlardı. Sevgilerini pencere önü çiçeklerle büyütürlerdi . Bir başka duyarlardı o yüzden. Bir başka görürlerdi, görülürlerdi. Bir başka severlerdi… Ne zaman tıklatılsa pencereleri, yüreklerindeki ıslaklığın gözlerinde kümelendiğini görülürdü. Bir bekleyen olmanın zorluklarını anlatırdı hıçkırıkları. Nice hayatın hikâyesini çizerken, aslında nefeslerindeki
Dertlerimizi satılığa çıkarsak bir gün? Evet, bir gün gerçekten dertlerden kurtulmuş olsak... Her şey farklı bir güzelliğin merkezi olsa, hiçbir sızı yaşamasak... Evet dertlerimizi gerçekten satmış olsak... Ümmetin sızısını taşımasak yüreğimizde, kayıp kimlikler mezarlığına uğramasak, ikinci el bir hayatın son demlerinde oyalasak ömrümüzü... Kâinatın, sessizliğiyle kulaklara hoş bir sada bırakan sesinin hükmünü saklasak ses tellerimizde, yaşamın yaşanılmayan nesi varsa yaşasak doyasıya ve sabahları güneşin doğuşunu hiç hatırlamasak... Evet, bir gün gerçekten satsak dertlerimizi... Kaygısız bir sevgiye kucak açsak, hüzünsüz bir muhabbetin damarlarında dolaşsak ve gözyaşı değmeyen yastıklarımızın içine gömülsek.... Gecenin diriliğinde kaybolsak delice, ıssız sokaklarda yalnızlığı adımlasak, mezar taşlarında kendimizi arasak ve kıvrılsak soğuk bankların üzerine, buz tutmuş bir rüya görsek... Ya da gecenin karalığında boğazımıza düğümlenen bir içeceğin etkisiyle ka
Kimsenin kimseye üstünlüğünün olmadığı dünyada, hükümsüz üstünlükler fısıldıyor insan etrafına. Kaygıdan azade cümleler kuruyor devamlı. Bir şeyler kanıtlamaktan ziyade bir şeylerden sıkıldığını ifade ediyor. Kendisinden… Varlık üzerinden kavgaya tutuşanların hükümsüz prensiplerini toprak bile kabul etmiyor artık. Bir şey söylemek için sözü kirletenlerin harcı değil vicdandan bahsetmek. İnsanlığından utanmayanların egolarını patlatırcasına ölüme meydan okuyuşları, her seferinde acı bir kayıp olarak insanlık tarihimize ekleniyor. Bir şeylerin acısını hissetmek için nedense artık yorulmuyoruz. Acının böylesine çok olduğu dünyada, yorulmaya değer bulmadan yeni bir acıyla karşılaşıyoruz. İnsanlığımız vicdan eleğinde günbegün biraz daha boğuluyor… Vicdanlarına katran dökmüşlerin hunharca katliamlarından ziyade, vicdanımızın iyi-kötü dengesini bir ayarsızlıkla kaybetmesi daha da ürkütücü görünüyor. Namus ve iffet kaygısıyla bağrımıza ve insanlığımıza sığınan muhacirleri korumak
mecalim kalmadı,
YanıtlaSilyeniden eldivenlerime sığmak istiyorum Allah'ım,
rugan ayakkabılarımı yeniden istiyorum,
bayramlıklarımı,
sarılıp uyuyacağım..
perşembe günlerini yeniden ver bana Allah'ım..
gece lambamı, caminin yansıyan sarı ışığını..
günlüklerimi, hatıra defterlerimi,
simli kalemlerimi,
monAmi yapıştırmalarımı,
resim çantamı, defterimi..
yürüt beni Allah'ım..
çocukluğumla el ele.
Allah'ım..
âh'ım!